mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu |
Yüksel AKKAYA Cosmopolitik Şubat 2002 |
Genelde Latin Amerika sendikacılığını, özelde Arjantin sendikacılığını klasik sendikal modele indirgeyerek açıklamaya çalışmak çok yetersiz kalacaktır. Bu sendikacılığın tarihsel gelişimini, dönüşüm anlarını, tuhaf çelişkilerini anlamak için üç temel etkeni göz önünde tutmak gerekmektedir. Bu etkenlerden birincisi, sendikal hareketin modern kent işçisinden çok köle emeğinin egemen olduğu bir tarımsal yapıda ortaya çıkmış olmasıdır. İkincisi, Avrupa'dan gelen göçmenlerin ilk sendikal hareketin oluşumu üzerindeki eckisidir. Üçüncüsü ise, ''popülist'' liderlerin kentlerde sayıca az olan ''işçi sınıfı''nın desteğini korporatist ilişkiler karşılığında alma çabasıdır. 1853 yılında, Arjantin'de köleliğin kaldırılması ile çağdaş anlamda işçilerin oluşmasının sosyal ve yasal temelleri de atılmış olmasına rağmen, bu proleterleşme sürecinin işçileri başlangıçta ne kentli idiler ne de sanayi işçileri. Ekonomisi, özellikle ihracatı, tarım ürünlerine dayanan Arjantin'de sınıfsal kristalizasyon ve sanayi proleraryası sanayileşmeye bağlı olarak gecikmiştir. Latin Amerika'da ve Arjantin'de sendikacılığın oluşum ve gelişimine başlangıçta Avrupa'dan gelen göçmenlerin büyük etkileri olmuştur. Avrupa'dan gelen göçmenler benimsedikleri anarşizm, Marksizm, ütopik sosyalizm gibi düşünceleri sendikal harekete hakim kılmak için çaba sarf etmişlerdir, Kuşkusuz, bunlar geldikleri ülkelerdeki deneyimi, birikimi de beraberlerinde getirmişlerdi, Bu açıdan bakıldığında, Arjantin'e gelen göçmenlerin bir kısmının önemli siyasal ve sendikal deneyime sahip olduğu görülmektedir, Özellikle, 1875 başarısız Paris başkaldırısından sonra çok sayıda Komünar Arjantin'e göç etmiştir, Örneğin, çoğu Komünarlardan oluşan Arjantin'deki 273 Fransız 1. Enternasyonal'e üye idi. Arjantin'e gelen Alman göçmenler ise, bir sosyal demokrat kulüp kurmuşlar ve l.Entemasyonal'e üye olmuşlardı. 1878 yılmda İtalya'yı terk eden E. Malatesta gibi İtalyanlar ise daha çok anarşist düşünceyi yaymaya çalışmışlar, bunun için de anarşist bir gazete olan ''Toplumsal Sorun''u çıkarmışlardır. Bu türden Avrupalı göçmenlerin başlangıçta Arjantin'de işçi sınıfının ideolojisinin oluşumunda ciddi etkileri olmuştur, Ancak ideolojik çeşitliliğe ve zenginliğe rağmen, 19.yy'ın sonundan 20.yy'ın ilk çeyreğine kadar genelde Latin Amerika, özelde Arjantin sendikacılığında anarşizm egemen olmuş, işçi hareketlerine damgasını vurmuştur. Sendikal örgütlenme açısından Uruguay, Arjantin sendikacılığıda pilot bir rol oynadı, 1865 yılında Uruguay'da ''Monrevideo Matbaacılık Cemiyeti'', izleyen yıllardada ''Doğu Uruguay Cumhuriyeti Bölgesel Federasyonu" kuruldu. Sendikal hareket sadece işçi sorunları ile sınırlı kalmayıp, sosyal sorunlarla ilgilenerek, bu alana ilişkin mücadeleler de verdi. 1905 yılında ''Uruguaylı Bölgesel İşçiler Federasyonu'' (FORU) kuruldu, Arjanrin'de kurulan ilk sendika da Uruguay sendikacılığının özelliklerini taşıdı; anarşist ideoloji çerçevesinde örgütlenip siyasal partilere katılımı ve burjuva demokrasisi kurallarını ret etti, Sendika yöneticilerinin siyasal sorumluluk üstlenmesi ise kesinlikle yasaktı. 1891 yılında kurulan ''Arjantin Cumhuriyeri İşçileri Sendikası" 1905 yılında ''Arjantin Cumhuriyeti Bölgesel Federasyonu''na (FORA) dönüştü, Uruguay'da olduğu gibi, Arjantin'de de yüzyılın dönümü ile birlikte sosyalizmin doğuşu, başka bir sendikacılığın habercisi oluyordu, Sosyalistler, işçi sınıfının acil sorunları için mücadele kadar, sermayeye karşı örgütlü mücadelenin ve iktidarı ele geçirmenin gerekliliğine de dikkat çekiyorlardı. Diğer siyasal görüşlerin varlığına rağmen, 20.yy'ın başındaki başarısız grevlere rağmen anarşist ideoloji işçi hareketi içindeki egemenliğini 1920'li yıllara kadar sürdürdü. "Bugün"de yaşanan "dün" 1919 Ocak'ında, Buenos Aires'de madencilik atölyelerinin birinde işten çıkarmalara karşı başlatılan ve iki hafta süren bir grev patronun grev kırma çabaları sonucunda büyük bir çatışmaya dönüştü, çok sayıda işçi yaralandı. Polisin fabrikayı abluka altına alması üzerine mücadele sertleşti, FORA ve anarşistler "Toplumsal devrim" çağrısında bulunarak, örgütlü bir şekilde kiliselere, mağazalara, barikatlara saldırdı. Ordu ve polis bu duruma sivil milislerle bitlikte çok sert bir karşılık verdi, oligarşi general Dellapiane'yi destekleyerek iktidarını tahkim etmeye çalıştı. Patronun da işçilere bazı haklar vermesi üzerine FORA grevi durdurunca tutuklanmış olan 1.500 işçi de serbest bırakıldı. Ancak, çeşitli kaynaklara göre bu mücadele sırasında 70 ile 700 arasında değişen sayıda insan öldü. 1921 yılında ise Patagonie'deki yevmiyeli işçilerin grevi tam bir katliama dönüştü, grevci işçileri katleden Albay Varela'ya bu nedenle "Patagonie sırtlanı'' dendi. Sendikal harekette değişim: Anarşizmden korporatizme yöneliş 1919'da Buenos Aires'deki trajik grevden 20-25 yıl sonra Arjantin işçi sınıfının Peron iktidarı ile bütünleşmesini anlamakta zorlananlar için hatırlatılması gereken en önemli şey işçilerdeki değişimdir. Bu değişimin bir boyutu sanayileşme sürecine bağlı olarak işçilerin artık sayıca artmış olmasıdır. Arjantin'de, 1914 yılında 383.000 olan işçi sayısı 1935'te 544.000'e, 1950'de 875.000'e yükselir. Değişimin ikinci boyutu ise, sayıca artan bu yeni işçilerin, Avrupa'dan gelen göçmenlerden değil, yerli halktan oluşması ve ideolojik donanımdan yoksunluklarıdır. Bir sendikal birikim ve deneyime sahip değillerdi. Bu durum ise, işçiler arasında anarşist ideolojinin gerilemesine yol açmış, böylece, Arjantin'de sendikal harekette anarşist ideoloji, devrimci sendikacılık etkisini kaybetmiştir. 1930'lu yılların işçisi, bir önceki dönemin hareketi, ideolojik açıdan gelişmiş, oldukça siyasallaşmış işçisi değildir. Kuşkusuz, bu durum, daha sonraki yıllarda, işbaşına gelecek olan Peron türü popülist yöneticilerin işini de kolaylaştıracaktır. Korporatist modelin en yetkin biçimi olarak ''Jusricialisme Argencin'', önce FORA'yı, daha sonra da CGT'yi içselleştirerek, sendikal hareketi siyasal oyunun ve toplumsal dinamizmin etkisiz bir oyuncusuna dönüştürdü. Artık sendikal hareket, tiyatrocu diliyle bir ''comparse''dan (konuşmayan oyuncu) başka bir şey değildi. Toplu pazarlık hakkının tanınmadığı 1940 yılına kadar 400 bin kadar sendikalı işçinin 300 bini CGT'de örgütlenmişci. Sendikal mücadele sonucunda öğleden sonra tatil hakkı, iş kazası yardımı gibi haklar elde etmişti. Bu küçük kazanımlara rağmen, anarşistlerden sonra Arjantin'de sendikacılığın yaratıcısının J.D. Peron olduğu belirtilebilir. Çünkü, Peron iktidarı döneminde izlenen ithal ikameci sanayileşme sürecine 'bağlı olarak sendikalı işçi sayısı hızla artmıştır: 1945 yılında 500 bin olan sendikalı işçi sayısı iki yılda üç misli artarak 1 milyon 500 bine ulaşmış, 1955 yılında da 2 milyonu bulmuştur. Sendikalı işçi sayısındaki artışta, işçi sendikalarının Peron'u desteklemesinin, siyasal ve ekonomik alanda önemli bir müttefik olarak görülmesinin büyük rolü bulunmaktadır. Öyle ki, bu işbirliği nedeni ile 1947-1948'in büyük grevleri hükümetin çağrısı ile düzenlenmiştir. Başlangıçta, Peron'un rakibi olan L.Gay veya C. Reyes'i destekleyen bazı sendika liderleri daha sonra Peron'a yaklaşmaktan çekinmemiştir .Sendikalar toplumun önemli kurumlarından birine dönüşmüştür. ''Lucha Planı'' CGT tarafından iyice benimsenmiş ve bir siyasal parti kıskançlığı ile uygulanması için çaba sarf etmiştir. Arjantin proletaryasının önemli bir organizatörü haline gelen Peron, sendikaları rüşvet ve benzeri yollarla iyice Peronist Arjantin ile bütünleştirmiştir. Böylece, 1946 yılı seçimlerinde işçilerin çıkarlarını savunan sosyalist ve komünist partileri, sermayenin çıkarlarını kollamak ve patronlardan yardım almakla itham eden Peron, işçi sınıfını da artık büyük ölçüde kendi partisi ile bütünleştirmiş, sosyalist ve komünist partilerin işçi sınıfı içindeki etkisini iyice azaltmıştır. Özellikle, 1944-1946 arasında patronların tüm itirazlarına rağmen, işçilerin durumlarının iyileştirilmesi, ücretlerin yükseltilmesi, çalışma sürelerinin kısaltılması, ücretli yıllık izin verilmesi, hastalık sigortası uygulamasına geçilmesi, önce Bakan sonra Başkan Yardımcısı 'olan Albay Peron'u bu süreçte oynadığı rol nedeniyle işçiler arasında oldukça popüler kılmıştı. Fakat bu durum patronların, siyasetçilerin ve kuşkusuz ordunun gözünden kaçmamıştı. Albay Peron önce istifaya zorlandı, sonra 12 Ekim 1945'te tutuklandı. Bu durumu protesto etmek için CGT, 18 Ekim'de genel greve gitme kararı aldı. Grev kararı ordunun kararını geri almasında etkili oldu. 1946 seçiminde işçilerin ve sendikaların da desteğini sağlayan Peron oyların yüzde 55'ini alarak ''Peronist Arjantin'' dönemini açtı. Bu dönem boyunca Peron mümkün olduğunca sendikaları kontrolü altında tutmaya çalıştı. Kuşkusuz bu kontrol sürecinde sendika liderlerine verilen rüşvetlerin önemli bir yeri oldu. 1949 yılına kadar Peron hükümeti ile sendikalar arasında sorun çıkmadı, çünkü ücretler düzenli olarak arttırılmıştı. Bu dönem boyunca, Peron hiçbir zaman sendikalara iktidarın bir parçası olarak bakmadı, daha çok hükümetin ve kongrenin üzerinde etkili olacak birer araç olarak sendikacılardan yararlanmaya çalıştı. Ancak, bu Peron ile sendikalar arasındaki iyi ilişkiler l951'den itibaren bozulmaya başladı. 1950 yılında ekonomik konjonktür Kore Savaşı nedeniyle iyi gitmesine rağmen, Peron'un izlediği iktisat politikası başarısız oldu. 'Özellikle İngiliz şirketlerden çok yüksek ücrete geri alınan demiryollarının işçilere ayrılmış bütçe payını büyük ölçüde azaltışı bunda etkili oldu. Peron, 1952 yılından itibaren, eskiden olduğu gibi işçilerden yana tavır almak yerine, işçiler ile işverenler arasında arabulucu olmayı tercih etti. Bu durum, Peron ile işçi sınıfının yollarının ayrıldığı anlamına geliyordu. 1955'te.ordu, Peron'u istifa etmeye zorlamaya başladı. 1955-1966 dönemi bir geçiş dönemi olmasına rağmen, CGT kaydadeğer bir yer işgal etmeye devam edecekti.
1950'1i yılların ikinci yarısında grev ve grev dışı eylem sayısı hızla artmış, 1956 yılında 854 bin kişi grevlere ve eylemlere katılmışken, 1957 yılında bu tür eylemlerde kaybolan iş günü sayısı 34 milyon güne ulaşmıştı. 1955-1958 dönemindeki toplam 213 grev ve grev dışı eylemde kayıp iş günü sayısı 45 milyonu aşmıştı. 1958 yılında, seçimlerde kendisini destekleyen ve seçimi kazanmasında katkısı olan sendikaları taltif etmek için Frondizi ücretleri yüzde 60 arttırdı. Ancak, 1958'in sonuna doğru da sendikaları saf dışı bırakmaya çalıştı. 1959 yılında işe yabancı şirketlerin tutumları büyük grevlere yol açmaya başladı, 17-20 Ocak arasında genel greve gidildi. Bu eylemler, sendikaların 1958-1965 döneminde güçlü kalmasına yol açtı. CGT, 2.5 milyon üyesi ile önemli bir güç olduğunu her fırsatta gösterdi. 1966 yılından itibaren askeri diktatötlük yönetiminin tüm etkisizleştirme çabalarına, işten çıkarmalara, görevden almalara rağmen sendikalar varlıklarını ve sınırlı düzeyde de olsa etkilerini sürdürdüler. Ancak sendikal harekete egemen olma çabası, sendikal hareketin ikiye bölünmesi ile sonuçlandı. 1969'da öğrenciler ve işçiler ayaklanırken, 1972'de de ilk gerilla eylemleri başladı. 1973'te Arjantin'e dönen Peron seçimleri büyük bir zafer ile kazandığında,CGT'nin önderliğinde büyük ve güçlü bir işçi hareketi vardı. Peron, işçiler ile işverenler arasında bir "toplumsal anlaşma" sağlamaya yöneldi. Ücretlerin iki yul dondurulmasına karşılık, sendikalar yeniden siyasal etkinlikte bulunma hakkını vermeyi teklif etti. Bu ise tam bir korporatist takas idi. Kuşkusuz bu takas sendikaların, federasyonların ve konfederasyonun liderlerine büyük bir ayrıcalık sağlarken, sendikaları yeniden bir kontrol aracına dönüştürüyordu. Ancak, Peron, Peronist Parti'nin siyasal birliğini sağlama fırsatı bulamadan 1974 Temmuz'unda bir kalp krizi ile öldü. Ölümünden kısa bir süre önce de gerilla eylemleri yeniden başladı. 1976 yılında Peronistler tarafından yapılan genel grev çağrısı, askeri darbe ile sonuçlandı.
Özelleşrirme, ticaretin, serbestleştirilmesi ve kuralsızlaştırma uygulamalarının hayata geçirilmesi için işçi hareketinin güçsüz kılınması gerekiyordu. Bu nedenle, darbe sonrasında öncelikli olarak tüm sendikal faaliyetler yasaklandı, sendikacılar tutuklandı. Tüm tutuklama ve işkencelere rağmen darbeciler toplumsal barışı sağlayamadılar. Baskı yolu ile güçsüzleştirilen sendikaların üyeleri bir önceki dönemlerden farklı özellikler taşıyan işten kaçma, sabotaj ve yas çalışması türünden eylemlere başvurdular. Özellikle 1981 yılından itibaren kendisini hissettiren işçi militanlığı rejime ve siyasal muhalefete baskı uygulayarak askeri rejimin sona erdirilmesinde geçiş sürecini hızlandırıcı rol oynadı. 1983'de askeri rejimin sona ermesinden sonra sendikalar yeniden tepki gösterebilecek bir güce kavuşmaya başladılar. Ancak, mevcut gücü ile sendikalar Peronist Parti'yi iktidara taşıyamadılar. Ekonomik krizin yanı sıra, sanayiye yatırımların azaldığı, işsizliğin arttığı ve işgücü piyasasının çok yapılı bir özellik kazanmaya başladığı bu yeni dönemde sendika bürokrasisini nayrıcalıklarını kaybetmiş olması, bağımsız bir sendikacılığın kurulması için önemli bir olanak sunuyordu. Üstelik politize olmuş ve militanlaşmış bir işçi hareketi de vardı. Ne var ki Peronist politikalara yönelerek, hükümetin işçiler ile işverenler arasında toplumsal anlaşmayı sağlamaya yönelik çağrısına olumlu yanıt verdiler. Hükümetin amacı sendikaların ekonomik politikayı ve demokrasinin güçlendirilmesini tehlikeye atabilecek protesto eylemlerini önlemek iken, sendikaların amacı ayrıcalıklar edinmekti. Ancak, sendikal hareket desteği karşılığında önemli haklar elde edemediği için bu anlaşmalara uymakta zorlanmaya başladı. Çünkü, sendikal hareket demokrasinin güçlendirilmesi için salt belirsiz siyasal gündem tamamlansın diye ekonomik düzelmenin ve sosyal yeniden dağılımın sonsuza kadar ertelenemeyeceği düşüncesinde idi. Üstelik Alfonsin hükümetine karşı (1983-1989), sendikal hareket Peron yanlısı Partido Justicialismo'yu destekliyordu. Alfonsin iktidarı döneminin başında kentte yüzde 7 olan yoksulluk oranı dönemin sonunda yüzde 15'e, kırda yüzde 10 olan yoksulluk oranı ise yüzde 20'ye yükselmişti. Bu yoksullaşma sücecinde Peronist sendikacılığın egemen olduğu CGT, yeniden etkili bir güç haline gelmeye başladı. Ancak, iktidarlarla iyi ilişkiler kurmaya alışmış olan Peronist sendikacılık, Peronist Parti'nin 1980'li yıllar boyunca iktidardan uzakta kalışı nedeni ile' bir değişim süceci ile de karşı karşıya kalmıştı.
1980'li yıllar boyunca, Peronist sendikaların hükümete karşı olan mücadelesi ise iktidarı, işçi hareketini ücret ve istihdam aracılığı yeniden yapılandırmaya itti. Bu ise işçiler için işsizlik, ağır çalışma koşulları ve yoksullaşmaktan başka bir anlama gelmiyordu. Bu durum, 1989 yılındaki seçimlerde işçileri Peronist Parti'yi desteklemeye yönlendirdi. Peronist Parti'nin adayı Menem,işçilere önerdiği reform programı ile büyük destek aldı ve seçimi kazandı. Süper Bakan Domingo Cavallo'nun şok ve istikrar terapisi hiper enflasyonla sonuçlanırken, artan yolsuzluk ve ekonomik durgunluk ülkede uyanış için gereken işaretleri de vermiş oluyordu. Bu ortamda Peronist Parti içinde Güney Cephesi ve başlangıçta Geniş Cephe ardından Frepaso (Dayanışma Cephesi) şeklinde muhalefet oluşmaya başlıyordu. Daha sonra ise 1999 seçimlerinde Erepaso, üyelerinin değişen tercihleri nedeni ile Peronist Parti'nin rakibi ile ittifak kuracaktı. 1990'lı yılların başında Peronist sendikal hareket korporatist ilişkileri güçlendirerek sendika bürokrasisi için ayrıcalıklar edindi. Ancak, sendikal hareket bu dönem bölündü, 1997'ye kadar resmen tanınmamasına rağmen, 1992'de CTA (Arjantin İşçiler Kongresi) kuruldu. 1994 yılında ise başka bir örgütlenme ortaya çıktı, MTA (Arjantin İşçileri Hareketi). Böylece 1990'lı yılların ilk yarısında Peronist sendikal hareket parçalanarak, çok parçalı bir yapıya ve farklı partilere bağlı sendikal kimliğe büründü. Menem Hükümeti'nin 1996'da sosyal hakları daraltması, grev hakkını kısıtlaması, kamu kesimi ücretlerini düşürmesi, ücret artışını verimliliğe endekslemesi işçiler arasındaki huzursuzluğu artırırken, korporatist ilişkiler kurmuş olan sendika bürokrasisini de zor durumda bırakıyordu. Peronist sendikacılığın egemen olduğu CGT'nin korporatist ilişkiler çerçevesinde suskun kalmasına karşılık, CTA ve MTA 1990'lı yılların ikinci yarısında grev ve grev dışı hareketlere yönelmeye başladılar. Bu iki örgütün eylemleri CGT'yi zor durumda bırakıyor, rekabetin yarattığı gerginlik nedeni ile eylemlere zorluyordu. Öyle ki, rüşvete, yolsuzluğa: iyice bulaşmış Peronist iktidarın son yılı olan l999'da CGT saflarında sendikal bürokrasiye yönelik, bir dizi başkaldırı meydana gelmişti. Başkaldırının temel nedenlerinden biri Peronist Parti ile CGT arasındaki rolün yeniden tanımlanması sorunu idi. Bu süreçte, CGT, Menem'i destekleyen gelenekseller ve Menem'e karşı olanlar şeklinde ikiye bölündü. CTA'da geleneksel CGT'den farklı düşünen, ayrı politika izleyen grev üzerine grev yapan CGT'li sendikacılar ile ittifak kurarak grevlere destek vermeye başladı. Kuşkusuz, bu da Menem iktidarının sonu anlamına gelecekti. Peronist iktidar boyunca süreci iyi değerlendiremeyen, işçilerin sorunlarını ve taleplerini göz önünde tutmayan, korporatist politikalara teslim olmuş olan Peronist sendika bürokrasisi için 1999 seçimlerinde Peronist Parti'nin bozgunu tam bir şaşkınlık yarattı. Peronist iktidar dönemindeki her türlü yolsuzluk ve rüşvet ile mücadele edeceğini belirterek seçim kampanyasını sürdüren ve seçimi kazanan Fernando de La Rua ile CGT arasında yeni iş yasası nedeni ile ihtilaf çıktı ve korporatist ilişkiler açısından ciddi sorunlar yaşanmaya başladı. Yolsuzluklarla mücadele sözü veren, F. de La Rua da IMF ile anlaşıp, Menem döneminin politikalarına yönelince, ekonomik açıdan iyileşmeye yönelik hiçbir şey olmadı. Tam tersine yoksullaşma daha da yaygınlaştı ve kapitalist sistemin bel kemiği olan orta sınıf çökmeye başladı. 20.yy'ın sonuna gelindiğinde 14 milyon yoksul, 3 milyon muhtaç, 2 milyon da işsiz vardı. Bu koşullara rağmen, 2001 yılı başında ultraliberaller vahşete çağrıyı hayata geçiriyor, borçları ödeyebilmek için kamu harcamalarını kısmaya yöneliyordu. Daha 1993 yılında ilk örnekleri yaşanan grev dışı eylemler hızla yaygınlaşıyor, barikatlar kuruluyor, yollar kesiliyor, grevler yaygınlaşıyordu. Oyunda eksik olan bir şey vardı: Açların yağması. Yağma için de 2001 yılının sonunu beklemek gerekiyordu. Bu eylemler, işçi bile olamamışlarla işsizlerin işçi sınıfı ile bağ kuramadan vahşi kapitalizm uygulamalarına yönelik bir tepkisi idi. Ancak yeni değildi. Daha önceden verilmiş işaretleri vardı. 1993 yılı sonunda Santiago del Estero'da yaşanan isyan, bir ilk uyarı olmasına rağmen, pek önemsendi. Üç yıl sonra işsizlerin Neuquen bölgesindeki tepkileri ise dikkate alınmadı. 2001 yılına gelindiğinde ise, çok geç de olsa, artık yoksulluğa karşı ortak bir çatı altında mücadele verilmesi gerektiği anlaşılmıştı. 24 Temmuz 2001'de başta işsizler olmak üzere pek çok kitle örgütü bir araya gelerek bir genel kurul yaptı. Ardından, 4 Eylül 2001'de Frenapo (Yoksulluğa Karşı Ulusal Cephe) kuruldu. Bütün bunlar, IMF'nin en iyi öğrencisi Arjantin'de oluyordu. Olacak şey değildi. İnanılmazdı. Oyle olduğu için ülkeyi yönetenler de tüm bu eylem ve yeni örgütlenmeleri pek önemsemedi. Elde iyi kötü korporatist ilişkilere, edindiği ayrıcalıklar ve rüşvetler nedeniyle, sıcak bakan bir sendika bürokrasisi vardı. Ancak, çöken orta sınıf ile açların bekleyecek sabırları kalmamıştı artık. Aralık sonunda sokağa inmeye ve yağmaya başladılar. Ekonomik istikrarsızlığa, bir de siyasal istikrarsızlık eklendi. Ama, Peronizm'in has ve bağımlı çocuğu, korporatist ilişkilerin konformist sendikacılığı bu süreçte sınıfsal bakan ve işçi sınıfının iktidarını isteyen kendi has örgütlerine/örgütlenmesine yönelmek yerine, başkanlardan başkan, bakanlardan bakan seçmeye yönelik eylemler ile bir kez daha Arjantin işçi hareketi tarihinde kötü sınav vermek için kolları sıvadı.Kuşkusuz, bu yeni korporatist ilişkiler kuracak bir yönetim arayışından başka bir şey değildi. Ne var ki yaşananlar da korporatist ilişkilerin bir sonucu idi. Arjantin işçi hareketinin ve sendikacılığının kıtadaşı Brezilya'dan, uzak kıta Afrika'nın dip ülkesi Güney Afrika'dan öğreneceği çok şey bulunmaktadır. Kuşkusuz, korporatist ilişkiler yumağı içinde çürüdüğü dününden de. |